31 Mayıs 2015 Pazar

ÖTÜYORUM


Kemerim zaten çantamdaydı. Evden çıkarken belime takmak yerine çantama tıkıştırmıştım. Yüzük, küpe, kolye gibi metal takılarımı da takmak yerine cüzdanıma atmıştım. Kış olduğu halde ve uçaktan indiğimde, İstanbul’da, kara kışın içine gireceğime bilmeme rağmen çizmelerimi bavula atıp, ayaklarıma spor ayakkabılarımı geçirmiştim. Çantadan çıkarıp, geri koymak ve yeniden çıkarıp, tekrar koymak gibi detaylarla uğraşmamak adına da dizüstü bilgisayarımı yanıma bile almamıştım. El çantamda ise 30’luk parfüm bile yoktu… 30’luk parfümü bırakın, lens solüsyonu bile almamıştım yanıma…

Ben sonuna kadar hazırdım o geçişe!

Valizimi uçağa yolladıktan sonra elimi, kolumu sallaya sallaya güvenlik kapısına yöneldim.

“Hanımefendi tekrar geçer misiniz”

“Hanımefendi çantanıza bakabilir miyiz” cümleleri asabımı aşırı derecede bozduğu için ben her türlü tedbirimi almıştım açıkçası ve çok rahattım. Tek seferde su gibi akıp, geçecektim güvenlik kapısından… Sonra uçak saatine kadar da kitabımı okuyup, yayılacaktım stresten uzak bir şekilde. Elimde kimlik kartım ve uçak biletimle sıramı beklemeye başladım. Bugüne kadar yüz bin kere filan uçtuğum halde hiç karizmatik ve yakışıklı bir adam görmemiştim ben havaalanlarında ya da uçaklarda. Ama o gün benimle beraber bekleyen aşırı yakışıklı bir adamın varlığı dikkatimi çekti aniden. Çaktırmadan biletine bakmaya çalıştım ve BİNGO! Aynı uçaktaydık. Ben onun biletine bakmaya çalışırken, onun da benim göğüslerime bakmaya çalıştığını fark ettim ama o anda aşırı salaş olduğum için bakılabilecek tek yerimin göğüslerim olduğunu farkında olduğumdan da çok rahatsız olmadım. Gerçekten de beyaz t-shirtümün içinde son derece büyük, dik ve çekici görünüyorlardı. Ben olsam ben de bakardım. Neyse...

Sıra bana geldi ve adama yanaşmayı kapıdan geçmemden sonraya bırakarak, ilerledim.

Çantamı x-ray cihazına bıraktım, kendimden emin şekilde de metal detektörlü kapıya yöneldim.

Son derece rahat bir şekilde de geçtim. Geçtiğim sırada kapıdan sesler gelmeye başladı. Daha doğrusu kapı bağırmaya başladı. Karşı apartmandaki komşu kadınla kavga eden ve menopozun üzerinde yarattığı gerilimi kime aktaracağını şaşıran bir teyze gibi bağırıyordu. Bir kapının bu sesi çıkarabilme ihtimaline o kadar şaşırdım ki, kapı tarafından çemkirilenin kendim olabileceğini düşünmeye bile akıl ayıramadım.

Ki zaten de üstüme alınmadım. Bende bir şey yoktu ötebilecek, biliyordum. Şapşal şapşal etrafa baktım ve hangi Allah’ın cezası delirttiyse kapıyı, onu hemen yere yatırıp, üstünü aramalarını diledim içimden.

Etrafıma ne kadar baktım bilmiyorum ama etrafa bakarken, ben defolup gideyim de artık kendisi geçebilsin diye sabırsızlıkla bekleyen ve ömrü hayatımda havaalanında gördüğüm o en yakışıklı adama gözüm yeniden takıldı. Gülümsedim. Gerçi o gülümsediğimi görmedi zira hala göğüslerime bakıyordu ama ben üstümdeki çekinliği atmıştım bir şekilde, gerisi nasılsa gelirdi. Salak salak bakmaya devam ettiğim sırada çevreden gelen yoğun ısrarın bana yöneldiğini bir süre sonra algılayabildim.

“Hanfendi tekrar geçer misiniz”

“Hanfendi size diyoruz”

Sahiden de bana dedikleri için kapıya “Bozuksun kabul et” bakışı atarak ve yakışıklı adama da yeniden gülümseyerek geri döndüm ve bir daha geçtim. Geçmemle beraber kapı yırtık a.ın feryadı gibi yine bağırdı. İçimden kapıya “Başını ye be” dediğim halde güvenlik görevlilerine dönerek “Mümkün değil, bende bişey yok ki” dedim en masum gülümseyişimi suratıma yerleştirip.

Kadın güvenlik görevlisi başıyla, yanına yaklaşmamı işaret etti. Ben kadına yaklaşırken, yakışıklı da kapıdan geçti. Kapı ona gıkını bile çıkarmadı. O, eşyalarını almak için X-ray cihazına yönelirken, ben de kadın güvenlik görevlisine yaklaştım.

Kendimden emin bir şekilde kollarımı kaldırdım. Kadın el detektörü ile beni aramaya başladı. Kadın beni ararken ben adamı, adam da göğüslerimi kesmeye devam ediyorduk. Bir türlü göz teması sağlayamadığımız kesişmemiz benim yine ötmeye başlamamla kesildi.

Göğüs kısmımdan ötüyordum. Kadın “Ne bu” işareti yaptı kafasıyla…

Ben biliyordum elbette öten zıkkımın ne olduğunu ama adam tam kadının arkasında durduğu için söylememe imkân yoktu. Sırnaşmaya çalıştığım adamın baktığı tek yerim olan göğüslerimin ötüyor olmalarının sebebinin push-up sutyenim olduğunu asla itiraf edemezdim. Belki adam biraz uzaklaşsa söylerdim ama o anda mümkün değildi. Bakılan göğüslerin metal destekli süngerden ibaret olduklarını itiraf edemezdim o anda.

Tamam, ben itiraf edemiyordum ama kadın da aklı başında bir açıklama bekliyordu. Kahrolası adam da kuvvetle muhtemel beni beklediği için gitmiyordu.

Bir süre hep beraber bekledikten sonra kararımı verdim:

“Omzumdaki platin ötüyor” dedim.

Bu kadar basitti işte! Yırtmıştım. Bulmuş olduğum dâhiyane fikrin verdiği coşkuyla da devam ettim,“Kalp pilim de ötüyor olabilir emin değilim aslında” diye!

Göğüslerimin sahte olmasındansa omzunda platin, kalbinde de pil olan bir kadın olmayı seçtim kısacası. Bu seçimi yapmamın yanlışlığını ise adamın bana ben sanki yaralı bir sokak köpeğiymişim gibi acıyarak baktığını fark edince anladım.

Kalp pili detayı kesinlikle gereksizdi ama başlayınca duramamıştım. Aslında keşke dursaymışım. Yani eğer bunlarla ilgili bir raporum olup, olmadığını soracaklarını bilseydim zaten dururdum ama daha önce hiç başıma gelmediği için bilmiyordum. Nitekim kadın “Raporlarınız yanınızda mı” dediği zaman da aşırı şaşırdım doğal olarak. “Yok” dedim… “Benimle gelir misiniz” dedi. “Cehennemin dibine mi” demek istedim ama şuurumu biraz toparlayabildiğim için susmayı ve kadını takip etmeyi tercih ettim. Ben kadını takip ederken de yakışıklı yürüyüp, gitti. Daha yolun bu kadar başındayken beni yalnız bırakmasına biraz içerlediysem de üstünde çok durmadım.

Neyse, kadınla yalnız kaldığımız zaman aslında ötenin sutyenim olduğunu ve herkesin içinde bunu itiraf edemeyeceğim için yalan söylediğimi açıkladım. Önce pek inanmadı bana ama onlara az önce tanıttığım kadın kadar geri zekâlı ve kendi başını durup, dururken belaya sokmaya bu kadar elverişli bir kadının herhangi bir terör eyleminde bulunamayacağına kanaat getirdiği için de gitmeme izin verdi.

Uçakta adamla birbirimizden çok uzak koltuklarda oturduk. O yüzden de konuşamadık. Yoksa onun beni beklemeden gitmesi dışında bir terslik yaşamamıştık aslında…

Neyse…

Kısmet!

 

29 Nisan 2015 Çarşamba


ÖNCE HEYECANDAN,

SONRA YAŞLILIKTAN TİTRİYOR ELLERİN…

NE OLUR KIZMA, GENÇ DEĞİLSİN Kİ KANKA’M!

“Senin annenle benim annem arasında çok büyük yaş farkı yoktur” dedi.

Belki de sahiden yoktur bilemem ama matematik hesabı yaparak bunu bulabiliriz aslında diye düşünsem de sırıtmayı ve “Neye göre” demeyi tercih ettim.

“Senin de kocaman ağabeylerin var. Yani annen çok genç olamaz” dedi.

“Evet, benden büyük ağabeylerim var ama sen sizin ailenin en küçüğüsün ve yine de benim en büyük abimden beş yaş büyüksün” dedim.

Boş boş baktı. Anladım ki; yaş konusundaki hırsı o anda yanımızda bile olmayan annelerimizi kıyaslamakla ilgili değildi. Benimle ilgiliydi. Aramızdaki on yaş, onu çileden çıkartmıştı.

Evet, ben de genç değilim artık. Orta yaşın başlangıçlarını yaşıyorum, otuz sekizinci yaşımın tadını çıkarıyorum ve yaşımı çok seviyorum. O hırs yapana kadar da aramızdaki yaş farkının farkında bile değildim ayrıca. Benim herhangi bir kız arkadaşımdan farkı yoktu bana göre… Hırsı yüzünden dikkatimi çekti. Ben otuzlu yaşlarımın son yıllarıyla ne kadar barışıksam, o kırklı yaşlarının sonlarıyla o kadar küstü. İlk bakışta dikkat çekmiyordu bu küslüğü ama dikkat edince ortadaki büyük yanlış gözüme çarpmıştı işte.

Benimle aynı giyinmesi, benimle aynı yerlerde gezmesi, benimle aynı hayatı yaşıyor olması onu daha genç yapmıyordu. Elbette ki benimle aynı olmasında bir sakınca yoktu ama bunu sırf hırsı yüzünden yapıyor olması tehlikeliydi.

Bunun üzerine incelemeye başladım kadınları.

Üçe ayrılıyoruz biz.

Yaşlarını, doğum tarihlerini problem yapmadan, sindirerek ve keyifle yaşayan kadınlar var. Sanırım ben de onlardanım. Seviyorum yaşımı. Her yerde de söylüyorum. Yaş aldıkça vazgeçmem gereken kıyafetlerin olmasını seviyorum. İlişkilerle ilgili konuşabileceğim konuların değişmesini seviyorum. Benden on yaş küçük biriyle herhangi bir konuda yarışa girememeyi ya da girmemeyi seviyorum. Yüzüme yaptırttığım botoksa rağmen doğal kalmaya çalışmayı ve bu botoks ya da dolgu işlemlerinin suyunu çıkartmadan, belli bir seviyede kalması gerektiğinin bilincine varmayı seviyorum. Botoksla yaşımı saklamayı değil de; kendimi daha iyi hissetmeyi seviyorum. Yaşımın verdikleriyle ve aldıklarıyla yaşamayı seviyorum. Çok var etrafımda benim gibi kadın… Onların hepsini seviyorum…

Yaşlarından korkan ve uzun süre geldikleri yaşla barışamayan kadınlar var bir de… Onlar da zararsız. Onların sorunu yaşlarıyla barışına kadar devam ediyor ve en geç kırk beş yaşına geldiklerinde bitiyor. Hayatın geçip, gitmesinden; bünyelerinin yerçekimi başta olmak üzere çeşitli doğal yasalara olan uyumundan kaynaklanan bir bunalım onlarınki ve geçiyor nihayetinde. Bu ikinci tür kadınları da seviyorum…

Ama “Yaş savaşı” yapan kadınları sevmiyorum. Açık açık yapmıyorlar çünkü. Kendileriyle çok barışık gibi görünerek yapıyorlar. İtici oluyorlar.

Siz kötü giden ilişkinizden bahsettiğinizde, kendilerinin ne kadar tercih edilen bir kadın olduklarını ballandıra ballandıra anlattıkları için itici oluyorlar. Hayır, ballandıra ballandıra anlattıkları tercih edilişleri değil onları itici yapan. Sırf yaşları ilerlediği için yalnız kalma kaygısıyla hiç istemedikleri bir adamla ilişki yaşadıklarını bildiğiniz halde size yalan söylüyor olmaları iticilik sebepleri. Bunu yapıyorlar çünkü sizin yaşınızla yarışıyorlar. Çünkü size karşı güç kazanmaya çalışıyorlar.

Sizin giydiğiniz bir kıyafeti eleştirirken anlıyorsunuz gerçekte neler yaşadıklarını.

“Bizim yaşımıza uymuyor bu kıyafet” diyorlar ama aynı yaş grubunda olmadığınız gerçeğini göz ardı ediyorlar bunu yaparken…

Botoks yaptırdıkları zaman doğum tarihlerinin 10 yıl ileriyi gittiğini sanıyorlar ve bu sabit fikirden asla vazgeçemiyorlar.

Gözlerdeki bakışın gerçeği asla saklayamadığını anlayamıyorlar.

“Yaşımı çok seviyorum” diyorlar ama asla gerçek yaşlarının gereğini yerine getiremiyorlar. Çok yoruyorlar karşılarındakini. Çünkü çok konuşuyorlar. Aşırı konuşuyorlar.

“Evet” ya da “Hayır” şeklinde cevaplanacak bir soruya yirmi dakikadan oluşan bir konferansla cevap veriyorlar.

Siz içten içe anlıyorsunuz aslında yaşlarından dolayı fazla konuştuklarını ama bu durum çizmeye çalıştıkları imaja aşırı ters olduğu için pek konduramıyorsunuz. Zaten bunun yüksek sesle söylenmemesi gerektiğini de biliyorsunuz.

“Hastayım” dediğinizde, sizden daha hasta oluyorlar.

“Âşık oldum” dediğinizde, sizden daha âşık oluyorlar.

Mutluysanız, daha mutlu; mutsuzsanız, daha mutsuz oluyorlar.

Ne yaparsanız, yapın hep yarışıyorlar sizinle!

Eğer etrafınızdan uzaklaştırmazsanız, sizi ruhen kendi yaşlarına getiriyorlar en sonunda…

Zaten bu yüzden de etraflarında hep kendilerinden çok genç insanların olmasını istiyorlar. Çünkü kendi yaşıtlarını daha ileriki yaşlara götürme imkânlarının olmadığını biliyorlar.

Yaş almak öyle güzel bir durum ki aslında…

Bunu yaşayabilmek, bununla barış içinde olmak öyle huzur verici ki…

Otuz sekiz yaşımda, tütü giymemin saçma olduğunu kabul etmem ve tütü giyen 25 yaşındaki bir kadınla aynı olmadığımın bilincinde olmam öyle doğal ve gerçek ki…

Başkası gibi görünmeye çalışmamak, giden seneleri geri getirme çabası içinde olmamak, daha genç yaşlarda olanlarla yarışmak yerine daha samimi bir duruş sergilemek…

Ömrümüz olduğunca gerçeğe sahip çıkmak…

O kadar kolay ve o kadar huzur verici ki…

Ruhun genç olması, başkalarıyla savaşarak sağlanmaz. Yaşınızla barıştığınızda zaten ruhunuz gencecik olur…

Ve gözlere yerleşen olgunluğun güzelliğinin yerini hiçbir şey tutamaz…

Her yaşın güzelliğini, yaşlarına yakışır şekilde yaşayan tüm kadınlara upuzun, sağlıklı bir hayat diliyorum…

Sevgiler…

 

 

 

 

 

 

 

 

90-60-90-45* - 2


Beraber çıktığımız ilk akşam, el ele bir çorbacının önünden geçiyorduk. Arkadaşlarını gördü çorbacıda. Hemen elimi bırakıp, onların yanına koştu. Onlarla üç, beş sohbet eder ve yanıma döner diye bekledim biraz. Yani yarım saat filan bekledim ama o, o arada kendisine de çorba siparişi verip, sohbete daldı. Sonra ben biraz daha bekleyip, bir taksiye atlayarak evime döndüm.

Çok kızdım önce. Yani sonuç itibarıyla beni bir çorbacının önünde unutmuştu ama ön yargının ne kadar kötü bir şey olduğunu ertesi sabah anladım.

Ertesi sabah konuşurken belli oldu her şey. Meğer beni unutmamış çorbacının önünde. Meğer arkadaşlarıyla sohbeti ve çorbası bitince yanıma gelecekmiş. Sonuçta arkadaşları tarafından çok sevilen ve adeta sosyal bir kelebek olan bir sevgili bulmuş olmam onun hatası değildi. Ön yargım ve gereksiz kaprisim için özür diledim hemen kendisinden. Bir kırk beş dakika daha bekleseydim sinirimi boşu boşuna bozmamış olacaktım. Aceleciğim yüzünden misler gibi ilişkimi ta en baştan bitirecektim neredeyse ama neyse ki sevgilim çok anlayışlı bir adam.

Evet, benim de artık bir sevgilim var.

İlk defa her şey muhteşem gidiyor. Dürüst, anlayışlı, sevimli, hafif çirkin, sosyal anlamda aşırı aktif… Daha ne ister ki bir kadın zaten…

Her şey inanılamayacak kadar iyi gidiyor…

Tek bir sorunumuz var:

Fazla seyahat ediyor. Yani sonuçta tüm o seyahatler iş için ama ben çok özlüyorum onu.

Bulgaristan’a gidiyor sürekli. Aslında bir insanın haftanın 4 gününü Bulgaristan’da geçirmesini gerektirecek işin ne olduğunu tam olarak anlayamadım ama çok fazla soru sorarak onu da germek istemiyorum. Nihayetinde ben anlayışlı bir kadınım. Ve bir ilişkinin selametinin, kadının az konuşmasından geçtiğini öğrenecek kadar tanıyorum bu hayatı.

Gerçi bir kere kendimi tutamadım ve ona gereksiz bir soru sordum.

Bulgaristan’dan dönüyordu. Beni o kadar özlemiş ki;

“Bir buçuk saat sonra İstanbul’dayım, aşkım” diye mesaj attı bana Facebook Messenger’dan.

İlk etapta onun yollardan, bellerden bana mesaj atarak, geliyor olduğunu müjdelemesi aşırı hoşuma gitti ve o mutlulukla mesajın altındaki parantezin içine sığışmış olan “Kadıköy’den gönderildi” ibaresi çok dikkatimi çekmedi. Ama bir süre sonra içimde yaşayan fesat Pınar ortaya çıktı ve “Kadıköy ne alaka aşkım” yazdım kopasıca elimle.

Açıkladı.

Meğer Bulgaristan’dan İstanbul’a Adapazar’ı üzerinden dönmüş! Dolayısıyla da Adapazarı’ndan gelen birinin konum olarak Kadıköy’de görünmesi son derece normaldi.

“Aaa anladım aşkımmm” deyip, pis septikliğim için beni affetmesi için bir sürü dua sıraladım içimden. Neyse ki olgun ve anlayışlı bir sevgilim var ve benim bu tür huysuzluklarıma çok takılmıyor.

Onun olgunluğu bana da yansıdı ayrıca…

Mesela artık olgunlaşmış bir kadın olmasaydım, 14 Şubat’ta yaşadığımız krizi çok zor atlatırdık bence…

Ne mi oldu?

Çok büyük bir yanlış anlamanın eşiğinden kıl payı döndük.

Sevgilim 13 Şubat’ta iş için Bulgaristan’a gitti ve beni çok sevdiği için de tam Edirne sınırından geçerken beni arayarak, sınırdan geçtiğini, onu merak etmememi söyledi.

14 Şubat’ta da sevgilisi iş için Bulgaristan’da olan her kadının yapacağı gibi evde oturdum. Evde oturan her insanın yapacağı gibi de sosyal medyaya dadandım.

Instagram bela bir site, ben size söyleyeyim. Nerdeyse ayrılıyorduk Instagram yüzünden. Instagram’da dolanırken, İzmir’de yaşayan bir arkadaşımın bir bardan paylaştığı selfieye gözüm takıldı. Aslında gözümün takıldığı şey, arkadaşımın selfiesi değildi. Arkadaşımın oturduğu masanın arkasındaki masada oturan monttu. Sevgilimin montu. Gördüğüm andan beri hiç sevmediğim o gri mont!

Sevgilim Bulgaristan’da olduğu için selfienin sahibi arkadaşımın da İzmir’den Bulgaristan’a tatile gittiğine kanaat getirdim haliyle ve o arkadaşımı aradım.

“Şekerim tatilde misin sen?” dedim

“Yoo İzmir’deyim” dedi.

Çok bozuldum. Yani Bulgaristan’a tatile gittiğini benden saklaması son derece saçmaydı sonuçta.

“Uğur yalan söyleme. Sen Bulgaristan’dasın” dedim.

Ama Uğur öyle inatçı ve yalancı ki;

“Hayır Pınar, İzmir’deyim. Alsancak’ta bir bardayım” diye devam etti yalanına.

“Bak Uğur, Bulgaristan’da olduğunu biliyorum çünkü sevgilim de orada ve şu anda aynı mekândasınız. Arka masandaki gri montlu adam benim sevgilim” dedim

Allah kimseyi çirkin huyla cezalandırmasın ama Uğur’u cezalandırmış. Çünkü sırf benden Bulgaristan’da olduğunu saklamak için tüm pişkinliğiyle:

“Pınar ben İzmir’deyim ve galiba yalan söyleyen sevgilin. Çünkü o da İzmir’de ve yanında 3 tane kız var” dedi. Kapatıverdim yüzüne telefonu. Daha da konuşmadım ve konuşmam da… Saçma sapan bir yalan uğruna sevgilime iftira atan bir arkadaşla işim olmaz benim. Sevgilime bahsetmedim bile bu saçmalıktan. Neyse ki olgun ve akıllı bir kadınım da sevgilime “Yoksa sen İzmir’de misin” diye sormadım bile.

Döndü Bulgaristan’dan. Yani yine çok sık gidip, geliyor ama keyfi için gitmiyor ki adamcağız. İş sonuçta bu. N’apsın?

Çok mutluyuz.

Canım benim ya…

Sürekli hastalanıyor bu aralar ve hastalandığında gidip, babasının evinde kalıyor 1- 2 gün ama biz mesajlaşmaya devam ediyoruz o aralarda da. Babası Bayrampaşa’da oturuyor ve mesaj konumları genelde Asmalımescit’te filan oluyor ama sanırım telefonunun konum ayarlarında bir sorun var. Çok tatlı.

Çok mutluyum…

Doğru, dürüst, beni seven ve bana değer veren bir sevgilim var benim..

Umarım daha çok uzun zaman devam eder…

 
(*:IQ)

ERKEK OLSAYDIM...


Kadınlarla ilgili bir yazı yazmam bekleniyor aslında şu anda benden ama ben galiba erkeklerle ilgili bir yazı yazmak üzereyim…

Kadın olmakla ilgili bir sıkıntım yok çok şükür. Neticede 38 senedir kadınım ve şimdiye kadar bir zararını görmedim bu durumun. Aksine sayısız avantajını yaşadım.

Güzeldir kadın olmak…

Şimdi uzun uzun kadınlığın güzelliklerini ve avantajlarını yazabilirim ama ne zaman yanımda “Kadın” dense; batasıca empati huyum devreye giriyor ve aklıma “Erkek” geliyor.

“Erkek olsaydım ne olurdu, nasıl olurdu” diye düşünmeden edemiyorum.

Evet, ben şu anda “Erkek olsaydım” konulu bir yazı yazmak üzereyim…

Başlayalım:

Erkek olsaydım; klitorisin yerini 45 yaşıma kadar öğrenemeyip, öğrendiğimin ertesi gününden itibaren kendimi Kazanova sanmaya başlayabilirdim.

Ama ben bir kadınım ve ortalama bir zekâya sahip her kadın gibi penisin ya da testislerin yerini en geç 12- 13 yaşımda öğrendim ve bu bilgi bana kendimi “Ultra seksi, dayanılmaz, aşırı cazibeli bir kadın” gibi hissettirmedi hiç.

Yazık bana!

Erkek olsaydım; kadınların da ölçü birimi diye bir kavramdan haberlerinin olduğunu bilmezdim. Niyeyse akılları ermeye başladığı andan itibaren ölçtükleri penisleri eğer küçükse, bunu kadınların da ilk bakışta anlayabildiklerini hesaba katamazdım. Ve bu hesapsızlık bana gereksiz bir özgüven verirdi.

Oysaki bir kadın olduğum için küçük penisine rağmen gereksiz özgüvene sahip bir erkeğin “Dayanılmaz” olduğu yönündeki tavırlarına maruz kalıyorum.

Kıyamam bana!

Erkek olsaydım; seviştiğim her kadının benimle evlenmek için ölüp, bittiğini ya da benimle ciddi bir ilişki yaşamak istediğini sanırdım. Seviştikten sonra hızla uzaklaşırdım yıkıcı cazibemle kadını kendime daha çok bağlamayayım diye.

Ben zavallı bir kadın olarak; sevişmekten ve beraber vakit geçirmekten başka bir şey beklemediğim adamların, benim onlarla 7/24 vakit geçirmek istediğimi sanmaları gibi bir talihsizliğe sahibim.

Ölem ben!

Erkek olsaydım; bir kadını yatağa atmak için 1 sene uğraşıp, bir kere yattıktan sonra da fellik fellik kaçardım. Çünkü “İki kere sevişirsek, bu bir ilişkiye dönüşür” diye korkardım. “Ne de olsa her kadın bir ilişki ister” şeklinde akıl dolu bir düşüncem olurdu.

Ama annem beni dişi cinsinden doğurduğu için ben “Lan acaba bu herif geri zekâlı mı? Bir sene uğraştıktan sonra sadece bir kere sevişti. Ben olsam beni iki kere daha götürürdüm” şeklinde bir düşünceye kapılıyorum ve mantıklı hareketler bekliyorum.

Zavallı ben!

Erkek olsaydım; ön sevişmeyi kadının kulağını yalamaktan ibaret zannederdim.

Ben ise kadın olmanın bana verdiği yetkiye dayanarak ön sevişmelerde daha fazla alanla ilgilenmek durumundayım.

Ağır işçi ben!

Erkek olsaydım; bir gece önce, benim evimde seviştiğim kadının mümkünse ben uyanmadan ya da en geç ben uyandıktan 15 dakika sonra evi tahliye etmesini beklerdim. Zira biraz uzun kalırsa aramızda bir ilişki başlar filan diye paniklerdim.

Ama maalesef ben bir kadınım ve evi tahliye etmeden önce ağırdan almamın bir sebebi var. Evi çok hızlı terk edersem, yatakta ne kadar kötü olduğunu düşündüğümü belli etmekten ve onu rencide etmekten korkuyorum.

Korkak ben!

Erkek olsaydım; seviştiğim bir kadınla rakı da içebileceğimi bilemezdim. Hem sevişilip, hem rakı içilen kadının kendini “Sevgili” ilan edeceğini sanırdım.

Ben sıradan bir kadın olarak; sevişmekten hoşlandığım adamın aynı zamanda bir beyne de sahip olduğunu anlayabiliyorum ve onun da diğer arkadaşlarım kadar konuşulabilme yetisine sahip olduğunu algılayabiliyorum. “Neden adama sadece ‘Eskort’  muamelesi yapayım ki” diyorum ve onunla rakının da dibine vurmak istiyorum.

Acınası ben!

Erkek olsaydım; kolay bir şekilde seviştiğim kadının, “Fahişe” olduğunu ve onun her şeyi yapabileceğini düşünürdüm.

Kadın olduğum için kadınların bir erkekten hoşlandıkları zaman taktik filan yapmadan, doğal bir şekilde beraber olduklarını, bunu fahişe oldukları için değil de adamı beğendikleri için yaptıklarını ve fakat bunun, o kadınların “Her şeyi” yaşayabilecekleri anlamına gelmediğini biliyorum.

Bilmiş ben!

Erkek olsaydım; çok fazla kadınla beraber olduğum için kendimi “Çapkın” sanırdım.

Lakin ben bir kadınım ve çok fazla kadınla beraber olan ve kolay yatağa atlayan erkeklerin “Çapkın” olduklarını düşünmüyorum. Sadece biraz şey olduklarını düşünüyorum… Şey… Sümdük? Evet, sümdük olduklarını düşünüyorum.

Kötü ben!

Erkek olsaydım; 15 dakika önce biten ve gözümü kırpmadan izlediğim maçın özetlerini izlerdim, sonra aynı maç hakkındaki çeşitli pozisyonların tartışıldığı çeşitli programları izlerdim, sonra arkadaşlarımla o pozisyonları tartışırdım. İçimde, o pozisyon hakkında çok konuşursam, pozisyonun neticesi benim istediğim yönde değişecekmiş gibi iyi niyetli bir düşünce olurdu.

Bildiğiniz gibi ben bir kadınım ve biten maçın “Davası olmayacağını” biliyorum ve önümüzdeki maçlara bakıyorum…

Basit ben!

Erkek olsaydım; kadınların sadece göğüsleri, bacakları, kalçaları, vajinaları var zannederdim ve hayat çok kolay olurdu.

Kadın olduğum için “Baktığın yerde sadece göğüslerim yok canım! Bir de kalbim aynı yerde!” diyorum ve ben de karşımdaki adamı sadece bir penis olarak görmüyorum.

Vizyonuma tüküreyim!

Evet, kadın olmanın bir zararını hiç görmedim ama erkeklik de fena değilmiş…

Hatta erkek olmak çok daha güzelmiş gerçekten.

Herkes onlarla evlenmek istiyor. Onlar süper güçlü. Hepsi yatakta şahaneler. Hepsininki “En büyük”. Herkes onlara âşık. “Merhaba” dedikleri tüm kadınlar onlara hasta. İlişki yaşamamak için yaşayabilecekleri güzel anlardan kaçacak kadar özverililer. Hepsi çok akıllı. Hepsi çok popüler. Hiçbiri yaşlanmayacak. Özgürlük sadece onların tekelinde.

Neymiş de, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ymüş…

Kalsın annem, 8 Mart!

Tüm 8 Martlar erkeklerin olsun; siz bana bir erkeğin özgüvenini verin ve dünyayı yerinden oynatayım ben…

Öperim hepinizi…

90-60-90-45*


Banyodaki işimi bitirip, yatağa geri döndüm ve yanına uzandım. Yüzünü incelemeye başladım. Hayır, o yüzü ilk defa görmüyordum elbette ama o kadar yakından ve gündüz gözüyle ilk kez görüyordum. Sabahları daha yakışıklı olduğuna karar verdim. İtici geldi birden. Aylardır sadece geceleri gördüğüm bir adamdı ve ben bir çirkinsever olarak, onu çirkin olduğu için çekici bulmuştum. İyi, güzel, doğru olan her şeye karşı geliştirmiş olduğum reddetme duygum ağır basmaya başladı ve hemen orayı terk etmeye karar verdim. O uyanmadan yataktan çıkmak için dönüp, kalkmak üzereydim ki kıpırdanmaya başladı. O kıpırdayınca, ben kendimi olduğum yere sabitledim; yatakta oluşacak herhangi bir hareketlilik yüzünden tamamen uyanır da konuşmak zorunda kalırız diye.

Gözlerini açmadan bana sarıldı ve öpmeye başladı. Her ne kadar sabahın köründe gördüğüm güzel yüzü yüzünden hayal kırıklığı yaşamış olsam da, güzel öptüğü için karşılık vermeye karar verdim. Öperken bir yandan da saçlarımı okşuyordu. Başımın tepesinden başladı okşamaya ve yavaş yavaş enseme doğru indi. Sonra biraz daha aşağıya indi, omuzlarımı elledi. Sonra hızlı hızlı hareketler ederek kafamda, ensemde, omzumda bir şeyler aramaya başladı. Ne aradığını bildiğim için dudaklarından uzaklaştım ve gözlerini açması içimden beşe kadar saydım. “Beş” dediğim anda gözlerini kocaman kocaman açtı. Hayretler içinde bana baktı. Aslında hayretten ziyade merak, şaşkınlık, aptala dönmüşlük filan vardı sanırım gözlerinde. Aylardır tavlamaya çalıştığı ve nihayet bir gece önce yatmayı başardığı kadınla, sabah yatağında bulduğu kadının aynı kadın olmamasının verdiği doğal korku vardı bakışlarında. Bir an için “Lan acaba ben gece eve iki kadınla geldim de, uzun saçlı olan gitti, kısa saçlısı mı kaldı burada” der gibi de baktı sanırım. Sanmam ve hatta eminim öyle baktığına çünkü içinde olduğu durum tam olarak oydu.

Tıpkı dışarıdan bakıldığında 95’miş gibi görünen göğüslerimin, gece seviştiğimiz sırada push-up sütyenden kurtuldukları için büyük bir kaypaklıkla 75-A’ya düşmeleri gibi bir durum yaşıyorduk. Gece şaşırtmıştım onu sütyenimi çıkarttığım anda ama bu defa yaşattığım duygu; korkuydu. Push- up sütyenlerden haberinin olmaması biraz tuhaftı lakin kısa saçlı kadınların zaman zaman postiş taktıklarını bilmemesi normaldi aslında.

Uzun süren şaşkınlığının ardından “Saçların?” diyebildi fısıltı gibi bir sesle.

“Çantamdalar” dedim ben de sanki adam “Evin anahtarları nerde?” diye sormuş gibi.

“Nasıl yani?” dedi aynı fısıltıyla. Aslında o an konuştuğumuz konu çantamdaki postişim olmasaydı, akşamdan kalmış erkek fısıltısını çok seksi bulabilirdim ama işte mevzu, kullanmadığım zamanlarda karton kutuda sakladığım çıtçıtlı takma saçlarım olduğu için seks filan düşünecek halde değildim doğal olarak.

“Gece çok karışmışlar, çıtçıtlar filan kaymış, ben de demin banyoda çıkarttım geldim. Bu arada takma kirpiklerimi çıkartmak için de senin kreminden kullandım biraz. Kremsiz çıkartınca kendi kirpiklerim de dökülüyor. E yanımda da kendi malzemelerim olmadığı için aldım biraz kreminden” şeklinde bir açıklamalar silsilesi yaptım ve böylece gece dalga dalga savrulan kirpiklerimin yerinde çipil çipil bakan, seyrek kirpikli gözlerimin olduğuna da dikkat çektim itinayla.

“Ben seni ilk gördüğüm günden beri saçlarına, kirpiklerine ve göğüslerine hayrandım” dedi mutsuz bir şekilde. Sevmedim o ses tonunu. Mutsuz erkek sesi sevmem ben. Ayrıca aylarca benimle sohbet etmek ayağına yatıp, göğüslerime bakması normalmiş de, benim göğüslerimin sütyen mucize olması anormalmiş gibi bir tavır içinde oluşu da hafif atarlanmama sebep oldu açıkçası ve “E ben de senin çirkin olduğunu düşünüyordum ama gün ışığında hiç de çirkin değilmişsin. Ama ben bunu sorun yapmıyorum farkındaysan” diye haklı bir tepki verdim.

Gözleri dudaklarıma kaydı o sırada. Dudaklarıma çok güvenirim ben. Yine beni öpmek istiyor diye düşündüm haliyle o kadar uzun bakınca ve “Dudağının üstünde uçuk mu çıkıyor” diye sorunca biraz şaşırdım.

“Ne uçuğu be? Dolgulu dudakta uçuk olmaz ki, ısırmışsındır gece” diye çemkirdim hemen ve dürüstlük haneme giren 10 puan, imaj hanemden 1000 puan olarak geri çıktı aynı anda.

Sonra saçlarımı ve kirpiklerimi çantama, dolgulu sütyenimi de göğüslerime yerleştirip evime döndüm. Yanından ayrılmadan önce yanağına ufacık bir öpücük kondurdum. İrkildi. Sanırım beni çok çekici bulduğu için ben dokununca irkiliyor refleks olarak.

10 gün oldu. Hala aramadı. İlk hamleyi ben yapmak istemediğim için ben de aramıyorum ama mutlaka arayacak biliyorum. Belki de işleri filan yoğundur. Ya da belki de hastadır. Bilmiyorum. Ama aramaması için bir sebep bulamıyorum…

Mutlaka arayacak.

(*:IQ)
 

6 Ocak 2011 Perşembe

SIKINTI NOTLARIM...

• MUHTEŞEM YÜZYIL dizisinde, Kanuni Sultan Süleyman’ı, Kastamonulu bir usta tarafından Çağlayan’daki atölyesinde yapıldığı her halinden belli olan bir sandalyeye oturtan ‘’sanat danışmanı’’: Allah seni nasıl biliyorsa öyle yapsın!
• MUHTEŞEM YÜZYIL dizisiyle, Muhteşem Süleyman’ı ve o büyük dönemi, ilkokul müsameresi tadına indirgeyen zihniyet: sanat danışmanınızla takılın siz bundan böyle!
• Hande Ataizi, tuvaletin penceresine nasıl sıkışmıştı be!?
• ŞÜPHE dizisinde, zengin ailenin reisinin ölümünden sonra evde taziyelerin kabul edildiği sahneyi, bir resim sergisinin açılış kokteyli kıvamına getirmeyi başaran senaryo ekibi ve yönetmen: dehanızı yiyeyim sizin! Nasıl bir hayal gücünüz var sizin? Bu mudur aklınızda yarattığınız ‘’zengin cenazesi’’? Hey maşallah!
• Öğlenden beri aşağıda bar bar bağırıp, oyun oynayan pis çocukların anneleri; alın o çocukları artık eve, sinir tepemde zaten ve başım çatlıyor ağrıdan! İnersem fena olacak!
• ŞÜPHE dizisinde, bir doktora ‘’Bu dünyada başının arkasından vurulanlar içinde yaşayanların oranı çok düşüktür’’ cümlesini kurdurtan senaryo ekibi: alnınızdan öpesim var hepinizi!
• KİPA’da, manav reyonundaki marulun içine saklanmış bir yılan tarafından ısırılarak hayatını kaybeden hamile bir kadından yıllar önce başka bir KİPA’da da 5 yaşında bir kız çocuk, tavan çökmesi sonucu hayatını kaybetmişti! Durma vakti midir artık?
• AŞK ve CEZA’da, çocuğunu ikinci plana atıp, sevgilisine/kocasına, ‘’Sen benim her şeyimsin’’ diyen Yasemin karakteri gibi kadınlar gerçek hayatta da var! Valla! Gerçekten mi öyleler ve annelik duygusunu henüz algılayamamışlar yoksa dile getirdikleri saçma cümleyi dizilerden filan mı duyuyorlar bilmiyorum ama varlar gerçekten! Allah tepesinden baksın onların…
• Evet, rahatsızlığım nedeniyle hayatım kısıtlanınca televizyon izlemeye başladım! Ne var?
• Facebook ve twitter şifrelerimi değiştiren ve iyileşene kadar bana vermeyeceğini söyleyen abimi bu gece yastıkla boğmayı planlıyorum.
• Ana! TRT’de ‘’ Neşeli Günler’’ var!
• Oya Aydoğan ne yapıyor acaba?
• ‘’Ummadık taş baş yarar’’ yarmasına da; göz göre göre gelen taşın da saçlarımızı okşayıp, geçmeyeceği kesin!
• Benim beynimde kristaller varmış. Sizde de vardır belki. Bilmiyorum!
• Benim sevgilim, SEPTİK! Valla! Ama yine de severim kendisini!
• Yiğit Bulut, haftada kaç kutu jöle, briyantin bitiriyordur?
• Desperate Housewives’daki Susan Mayer kadar sakar ve şanssız olmamdır beni bu hayatta başarıdan uzak tutan!
• Yan koltukta oturan kardeşim burnunu bir kere daha çekerse, kafa göz dalacağım kendisine haberiniz olsun!
• ‘’Varoşun dilberi’’ olup, teknolojiyi kullanmayı öğrenmek varmış bu hayatta…
• Üşenmesem de kalkıp bir bardak su içsem keşke…
• Facebook şifremi ele geçirmişken sabaha kadar burada durasım var…
• Midem daha çok bulanmaya başladı, sanırım yazmayı bırakmam gerekiyor…

Görüşmek üzere…

7 Kasım 2010 Pazar

PAZAR TAKINTILARIM!

Pazar sabahları daha takıntılı uyanıyorum ben...

Her şeyi eleştiresim geliyor...
Aslında hep gözüme batanlara, pazar sabahları daha uyanır uyanmaz söylenmeye başlıyorum...
Asabi oluyorum şunları görünce:

■Sevgilisine ya da kocasına herkesin içinde ''yerim seni'' filan şeklinde cümleler kuran kadınlar! Yahu kocanla mı konuşuyorsun yoksa 3 yaşında bir çocukla mı? Ya da karşındaki sevgilin mi yoksa bakımını üstlendiğin bir moron mu? Daha da kötüsü evde beslediğin kedi yavrusu mu bu be?


■Pis insanlar! N'olur suya, sabuna dokunun ya! Ben mecbur değilim sosyal ortamlarda, orada burada saçınızdaki yağı görmeye ya da kokunuzu almaya! Özellikle kadınlar!!! Bir kadının pis olmak gibi hakkı yoktur!


■Tükürmeyin be sokağa! Pisler!?


■Ne olur her markanın sütyen ölçüsü aynı olsun! Birinde bilmem ne beden giyerken diğerinde tamamen farklı bir beden kullanmayalım. Alırken kafamız karışıyor!


■''Çok yorgunum'' filan şeklinde cümleler kurduğumda hemen ''sen mi, ben mi'' demeyin ya! ''ben de'' deseniz de yorgunluğunuzu ifade etmiş olursunuz.


■''HerkeZ'' değil ''HerkeS'' !


■Eğer bir taksiye binmeyi düşünüyorsam herhangi bir atraksiyon yaparım zaten ben. Ne bileyim elimi, kolumu filan oynatırım. ''Dur'' anlamına gelecek işaretler yaparım. Siz durmayın durup, dururken taksici biraderler! Heyecan yapmayın.


■Beğendiğim ayakkabıların benim giyeceğim numaralarını ben almadan tüketmeyin! Ya da o numaralar daha çok üretilsinler!


■Sosyal paylaşım sitelerine herkes(bakın gördünüz mü, ''herkes') sevgili bulmak için girmiyor! Sosyal paylaşım sitesinde diyalog kurduğunuz, listesine girdiğiniz her kadına ilişki kurabileceğiniz kadın gözüyle bakmayın! Ya bir okuyun önce o sayfada ne yapıldığını!


■Sosyal paylaşım sitesi demişken: sevgilinin kulağına ''seni seviyorum'' demek yeterlidir. Bunu sadece ikinizin bilmesi yeterlidir. Birbirinize sosyal paylaşım sitelerinde eşek gibi bağırarak, ''seni seviyorum aşkımmmmmm'' dediğiniz zaman bu gerçeğe dönüşmüyor. Sadece bir ikinci sayfa ünlüsüyle, eşlerinden birini izliyormuş hissi uyandırıyor insanlarda! Valla! Samimi olun, samimi. Şova dönüştüğünde aslında ne kadar yavan ve sahte olduğu ortaya çıkıyor. Normal konuşun eğer gerçek bir ilişkiniz varsa! İspat çabalarına, hırslanmaya filan gerek yok! Özel hayat: özeldir! Orada yazdığınız ''seni seviyorum''un tek anlamının ''bu insan bana ait, sahibi benim'' demek olduğunu biz biliyoruz ki zaten!


■Yerimizden kalkmaya takatimizin olmadığı zamanlarda, uzakta duran telefon çalmasın ne olur!


■Zaten okuduğum bir kitabı başka isim ve kapakla piyasaya tekrar sürmeyin. Boş bulunup alıyorum sonra çok sinirleniyorum. Valla!


■Sigorta şirketleri, bankalar, bilmem neler filan aramasın beni çok önemli bir telefon beklediğim sırada. Sonra anlatın yeni uygulamaya başladığınız zeka fışkıran projenizi. Hatta hiç anlatmayın, zaten işime yarayacak birşeyse ben duyarım! ya telefon bana ait özel bir olay zaten. Niye arıyorsunuz siz onu?


■Yemeklik domatesle kahvaltılık domatesin farkını anlatsın biri bana!


■Tanımadığınız insanlara ''sen'' diye hitap etmek biraz fazla olmuyor mu?


■Mağazalardaki satış sorumlusu arkadaşlar: ben sizin ''canınız'' değilim. Bana ''canım'' diye hitap etmeyin. Daha 3 dakika önce battal boy nevresim sorduğumda kısmen tanıştık sizinle!


■Kızartmalık patatesin diğerinden farkı ne? Hatta ''diğeri'' ne?


■Köşeye açılan köfteci iyi iş yapıyor diye hemen yanındaki dükkanı tutup, köfteci açmanın mantığının aslında sonsuz bir mantıksızlık olduğunu artık kabul edelim!


■Lokum seviyorum ben, özellikle çifte kavrulmuş.(bu cümlenin burada olmaması gerekiyordu)


■Sevgilimi de seviyorum. (bunun da burada olmaması gerekiyordu ve şimdi kendimle çeliştiğimi söyleyeceksiniz ama değil! Ben genel cümle kurdum. Sevgilimin duvarına gidip, oraya yazmadım mıç mıç mıç bir ifadeyle!)


■mıç mıç mıç: sümük kıvamında, yapış yapış demektir!


■Deli olduğumu bile bile bana normalmişim gibi davranmayın, deliriyorum öyle olunca!


■Evinizde beslediğiniz hayvanların pisliklerini benim bastığım sokaklardan kaldırın lütfen! hani çevre, hayvan hakları filan diye bağırıyorsunuz ya, bizim de yolda yürüyen çocuklarımızın o pisliklere basmamak ya da üstüne düşmemek gibi hakları var!


■Uçakta kapatın o lanet cep telefonlarınızı, ülke yönetmiyorsunuz sonuçta. ''Ben indim'' demek için terminal binasına girmeyi bekleyebilirsiniz!


Biraz çemkirince rahatladım. Haftaya kadar idare eder bu beni.

Neyse, iyi pazarlar herkes...