31 Mayıs 2015 Pazar

ÖTÜYORUM


Kemerim zaten çantamdaydı. Evden çıkarken belime takmak yerine çantama tıkıştırmıştım. Yüzük, küpe, kolye gibi metal takılarımı da takmak yerine cüzdanıma atmıştım. Kış olduğu halde ve uçaktan indiğimde, İstanbul’da, kara kışın içine gireceğime bilmeme rağmen çizmelerimi bavula atıp, ayaklarıma spor ayakkabılarımı geçirmiştim. Çantadan çıkarıp, geri koymak ve yeniden çıkarıp, tekrar koymak gibi detaylarla uğraşmamak adına da dizüstü bilgisayarımı yanıma bile almamıştım. El çantamda ise 30’luk parfüm bile yoktu… 30’luk parfümü bırakın, lens solüsyonu bile almamıştım yanıma…

Ben sonuna kadar hazırdım o geçişe!

Valizimi uçağa yolladıktan sonra elimi, kolumu sallaya sallaya güvenlik kapısına yöneldim.

“Hanımefendi tekrar geçer misiniz”

“Hanımefendi çantanıza bakabilir miyiz” cümleleri asabımı aşırı derecede bozduğu için ben her türlü tedbirimi almıştım açıkçası ve çok rahattım. Tek seferde su gibi akıp, geçecektim güvenlik kapısından… Sonra uçak saatine kadar da kitabımı okuyup, yayılacaktım stresten uzak bir şekilde. Elimde kimlik kartım ve uçak biletimle sıramı beklemeye başladım. Bugüne kadar yüz bin kere filan uçtuğum halde hiç karizmatik ve yakışıklı bir adam görmemiştim ben havaalanlarında ya da uçaklarda. Ama o gün benimle beraber bekleyen aşırı yakışıklı bir adamın varlığı dikkatimi çekti aniden. Çaktırmadan biletine bakmaya çalıştım ve BİNGO! Aynı uçaktaydık. Ben onun biletine bakmaya çalışırken, onun da benim göğüslerime bakmaya çalıştığını fark ettim ama o anda aşırı salaş olduğum için bakılabilecek tek yerimin göğüslerim olduğunu farkında olduğumdan da çok rahatsız olmadım. Gerçekten de beyaz t-shirtümün içinde son derece büyük, dik ve çekici görünüyorlardı. Ben olsam ben de bakardım. Neyse...

Sıra bana geldi ve adama yanaşmayı kapıdan geçmemden sonraya bırakarak, ilerledim.

Çantamı x-ray cihazına bıraktım, kendimden emin şekilde de metal detektörlü kapıya yöneldim.

Son derece rahat bir şekilde de geçtim. Geçtiğim sırada kapıdan sesler gelmeye başladı. Daha doğrusu kapı bağırmaya başladı. Karşı apartmandaki komşu kadınla kavga eden ve menopozun üzerinde yarattığı gerilimi kime aktaracağını şaşıran bir teyze gibi bağırıyordu. Bir kapının bu sesi çıkarabilme ihtimaline o kadar şaşırdım ki, kapı tarafından çemkirilenin kendim olabileceğini düşünmeye bile akıl ayıramadım.

Ki zaten de üstüme alınmadım. Bende bir şey yoktu ötebilecek, biliyordum. Şapşal şapşal etrafa baktım ve hangi Allah’ın cezası delirttiyse kapıyı, onu hemen yere yatırıp, üstünü aramalarını diledim içimden.

Etrafıma ne kadar baktım bilmiyorum ama etrafa bakarken, ben defolup gideyim de artık kendisi geçebilsin diye sabırsızlıkla bekleyen ve ömrü hayatımda havaalanında gördüğüm o en yakışıklı adama gözüm yeniden takıldı. Gülümsedim. Gerçi o gülümsediğimi görmedi zira hala göğüslerime bakıyordu ama ben üstümdeki çekinliği atmıştım bir şekilde, gerisi nasılsa gelirdi. Salak salak bakmaya devam ettiğim sırada çevreden gelen yoğun ısrarın bana yöneldiğini bir süre sonra algılayabildim.

“Hanfendi tekrar geçer misiniz”

“Hanfendi size diyoruz”

Sahiden de bana dedikleri için kapıya “Bozuksun kabul et” bakışı atarak ve yakışıklı adama da yeniden gülümseyerek geri döndüm ve bir daha geçtim. Geçmemle beraber kapı yırtık a.ın feryadı gibi yine bağırdı. İçimden kapıya “Başını ye be” dediğim halde güvenlik görevlilerine dönerek “Mümkün değil, bende bişey yok ki” dedim en masum gülümseyişimi suratıma yerleştirip.

Kadın güvenlik görevlisi başıyla, yanına yaklaşmamı işaret etti. Ben kadına yaklaşırken, yakışıklı da kapıdan geçti. Kapı ona gıkını bile çıkarmadı. O, eşyalarını almak için X-ray cihazına yönelirken, ben de kadın güvenlik görevlisine yaklaştım.

Kendimden emin bir şekilde kollarımı kaldırdım. Kadın el detektörü ile beni aramaya başladı. Kadın beni ararken ben adamı, adam da göğüslerimi kesmeye devam ediyorduk. Bir türlü göz teması sağlayamadığımız kesişmemiz benim yine ötmeye başlamamla kesildi.

Göğüs kısmımdan ötüyordum. Kadın “Ne bu” işareti yaptı kafasıyla…

Ben biliyordum elbette öten zıkkımın ne olduğunu ama adam tam kadının arkasında durduğu için söylememe imkân yoktu. Sırnaşmaya çalıştığım adamın baktığı tek yerim olan göğüslerimin ötüyor olmalarının sebebinin push-up sutyenim olduğunu asla itiraf edemezdim. Belki adam biraz uzaklaşsa söylerdim ama o anda mümkün değildi. Bakılan göğüslerin metal destekli süngerden ibaret olduklarını itiraf edemezdim o anda.

Tamam, ben itiraf edemiyordum ama kadın da aklı başında bir açıklama bekliyordu. Kahrolası adam da kuvvetle muhtemel beni beklediği için gitmiyordu.

Bir süre hep beraber bekledikten sonra kararımı verdim:

“Omzumdaki platin ötüyor” dedim.

Bu kadar basitti işte! Yırtmıştım. Bulmuş olduğum dâhiyane fikrin verdiği coşkuyla da devam ettim,“Kalp pilim de ötüyor olabilir emin değilim aslında” diye!

Göğüslerimin sahte olmasındansa omzunda platin, kalbinde de pil olan bir kadın olmayı seçtim kısacası. Bu seçimi yapmamın yanlışlığını ise adamın bana ben sanki yaralı bir sokak köpeğiymişim gibi acıyarak baktığını fark edince anladım.

Kalp pili detayı kesinlikle gereksizdi ama başlayınca duramamıştım. Aslında keşke dursaymışım. Yani eğer bunlarla ilgili bir raporum olup, olmadığını soracaklarını bilseydim zaten dururdum ama daha önce hiç başıma gelmediği için bilmiyordum. Nitekim kadın “Raporlarınız yanınızda mı” dediği zaman da aşırı şaşırdım doğal olarak. “Yok” dedim… “Benimle gelir misiniz” dedi. “Cehennemin dibine mi” demek istedim ama şuurumu biraz toparlayabildiğim için susmayı ve kadını takip etmeyi tercih ettim. Ben kadını takip ederken de yakışıklı yürüyüp, gitti. Daha yolun bu kadar başındayken beni yalnız bırakmasına biraz içerlediysem de üstünde çok durmadım.

Neyse, kadınla yalnız kaldığımız zaman aslında ötenin sutyenim olduğunu ve herkesin içinde bunu itiraf edemeyeceğim için yalan söylediğimi açıkladım. Önce pek inanmadı bana ama onlara az önce tanıttığım kadın kadar geri zekâlı ve kendi başını durup, dururken belaya sokmaya bu kadar elverişli bir kadının herhangi bir terör eyleminde bulunamayacağına kanaat getirdiği için de gitmeme izin verdi.

Uçakta adamla birbirimizden çok uzak koltuklarda oturduk. O yüzden de konuşamadık. Yoksa onun beni beklemeden gitmesi dışında bir terslik yaşamamıştık aslında…

Neyse…

Kısmet!