19 Ağustos 2010 Perşembe

İlk Bebeğim; FONDÖTEN!..

Çocukluğumdan beri çok seviyorum yazı yazmayı. Ne yazdığım çok önemli değil benim. Sadece içimden, aklımdan, ruhumdan geçenleri yazmak rahatlatıyor beni. Sonunu çok düşünmeden başlıyorum yazmaya. Planlamadan, kurgulamadan içimi boşaltmak, aklımdan geçeni paylaşmak benim için yazı yazmak.

Öğrencilik dönemlerimde çok yazardım ama sonra araya iş hayatı girdi ve profesyonel yaşamın yoğunluğu içinde yazı yazmak, yalnızca basın bültenleri, tanıtım metinleri, kiracı bilgilendirme yazıları ile sınırlandı uzun bir süre hayatımda.
Önceleri çok fark etmedim o yoğunluk içinde yokluğunu ama bir süre sonra elim kaşınmaya başladı. Beynim yazıp da boşaltamadığım fikirlerle doldu ve doluluk patlamak için bir yer aradı. O yeri de değerli büyüğüm, Milliyet Akdeniz Gazetesi Bölge Temsilcisi Oktay Pirim’in bana verdiği bir şansla buldum ve 2005 yılından beri bana verdiği, benim için çok değerli olan köşemde, kelimelerle flört ediyorum. Belki çok başarılı bir flört değildi bu ilk başlarda. Belki çok hoyratça kullanıyordum kelimeleri ve hak ettikleri değeri veremiyordum onlara çoğu zaman. Belki aklıma geleni, geldiği gibi yazdığım için çoğu zaman anlaşılamıyordum bile ama tıpkı özel hayatımda olduğu gibi kelimelerle yaşadığım ilişkide de zorluğu seviyorum ben. Tadını çıkartıyorum zor olmasının ve yavaş yavaş ama sağlam bir şekilde kabul görmesinin.
Önceleri çok fazla eleştiri alırdım elektronik posta yoluyla çünkü anlaşılmazdım, anlatmak istediğimi anlatamazdım ama yavaş yavaş, ben ve kelimelerin ilişkisi ilerledikçe eleştirilerim de değişti ve hatta şımarık, hoyrat, dağınık tarzım olduğu gibi kabul edilip, sevilmeye başlandı. Çoğu zaman okurken gözlerimin dolmasına sebep olan, beni çok mutlu eden postalar almaya başladım.
İşte o günlerde kalemle daha haşır neşir olduk. İlişkimiz farklı bir boyuta geçti. Flört, daha ‘’seviyeli bir ilişki’’ye döndü. ‘’Artık sadece yazı yazmak olmalı benim hayatımda’’ dediğim gün geldi en sonunda da.
Çok kolay bir karar değildi; çok genç bir yaşta profesyonel hayatta elde edilen bir başarıyı, harcanan onca emeği tamamen bırakıp, hayata sadece yazı yazarak devam etmeyi seçmek ama yapmak istediğim buydu. En başta ailemin de desteğini alarak zor olan bu yola çıktım 2008 yılında ve açıkçası tahminimden daha zor bir yolculuk yaptım. Ama her anından çok büyük keyif aldım. Yolda giderken sadece gazetedeki köşemde kalemle oynamak yetmemeye başladı ve internet ortamında daha fazla insan tanımak istedim; yolculuğuma yeni arkadaşlar ekledim. Facebook’ta ve bloğumda, güzel insanlarla tanıştırdı yazılarım beni. Daha da güzel hale geldi her şey.
Yolculuğum henüz bitmedi, hatta daha çok başındayım. Devam ediyorum. Bazen minik minik, bazense kocaman ödüller çıkıyor karşıma bu yolda ve yolculuğu daha keyifli bir hale getiriyor.
İşte ben önümüzdeki  hafta hayatını kelimelerle geçirmek isteyen birinin alabileceği en güzel hediyeyi alacağım. Önümüzdeki hafta yolculuğumun, aslında yeni hayatımın en keyifli durağına varacağım. Bir hafta sonra benim ilk kitabım, ilk göz ağrım, ilk bebeğim FONDÖTEN okuyucuyla buluşacak.
Şımarık bir kitap oldu Fondöten! Yolunu kendi çizdi. Başlarken düşündüğüm hiçbir hamleyi yaptıramadım, hiçbir karakterime. Belki biraz deli, biraz komik, biraz duygusal, biraz acımasız ama en çok ‘’herkes’’ oldu galiba söz dinlemeyen karakterlerimin öyküsü. Ben yazarken çok keyif aldım ve umarım aynı keyfi sizler de okurken alırsınız…
Başta ailem olmak üzere bu yolda beni yalnız bırakmayan ve Fondöten’in doğmasına vesile olan herkese çok teşekkür ediyorum…
Sevgilerimle…