Kemerim zaten çantamdaydı.
Evden çıkarken belime takmak yerine çantama tıkıştırmıştım. Yüzük, küpe, kolye
gibi metal takılarımı da takmak yerine cüzdanıma atmıştım. Kış olduğu halde ve
uçaktan indiğimde, İstanbul’da, kara kışın içine gireceğime bilmeme rağmen
çizmelerimi bavula atıp, ayaklarıma spor ayakkabılarımı geçirmiştim. Çantadan
çıkarıp, geri koymak ve yeniden çıkarıp, tekrar koymak gibi detaylarla
uğraşmamak adına da dizüstü bilgisayarımı yanıma bile almamıştım. El çantamda
ise 30’luk parfüm bile yoktu… 30’luk parfümü bırakın, lens solüsyonu bile
almamıştım yanıma…
Ben sonuna kadar hazırdım o
geçişe!
Valizimi uçağa yolladıktan
sonra elimi, kolumu sallaya sallaya güvenlik kapısına yöneldim.
“Hanımefendi tekrar geçer misiniz”
“Hanımefendi çantanıza bakabilir miyiz” cümleleri asabımı aşırı derecede bozduğu için ben
her türlü tedbirimi almıştım açıkçası ve çok rahattım. Tek seferde su gibi akıp,
geçecektim güvenlik kapısından… Sonra uçak saatine kadar da kitabımı okuyup,
yayılacaktım stresten uzak bir şekilde. Elimde kimlik kartım ve uçak biletimle
sıramı beklemeye başladım. Bugüne kadar yüz bin kere filan uçtuğum halde hiç
karizmatik ve yakışıklı bir adam görmemiştim ben havaalanlarında ya da
uçaklarda. Ama o gün benimle beraber bekleyen aşırı yakışıklı bir adamın varlığı
dikkatimi çekti aniden. Çaktırmadan biletine bakmaya çalıştım ve BİNGO! Aynı
uçaktaydık. Ben onun biletine bakmaya çalışırken, onun da benim göğüslerime
bakmaya çalıştığını fark ettim ama o anda aşırı salaş olduğum için
bakılabilecek tek yerimin göğüslerim olduğunu farkında olduğumdan da çok
rahatsız olmadım. Gerçekten de beyaz t-shirtümün içinde son derece büyük, dik
ve çekici görünüyorlardı. Ben olsam ben de bakardım. Neyse...
Sıra bana geldi ve adama
yanaşmayı kapıdan geçmemden sonraya bırakarak, ilerledim.
Çantamı x-ray cihazına
bıraktım, kendimden emin şekilde de metal detektörlü kapıya yöneldim.
Son derece rahat bir şekilde
de geçtim. Geçtiğim sırada kapıdan sesler gelmeye başladı. Daha doğrusu kapı
bağırmaya başladı. Karşı apartmandaki komşu kadınla kavga eden ve menopozun
üzerinde yarattığı gerilimi kime aktaracağını şaşıran bir teyze gibi
bağırıyordu. Bir kapının bu sesi çıkarabilme ihtimaline o kadar şaşırdım ki,
kapı tarafından çemkirilenin kendim olabileceğini düşünmeye bile akıl
ayıramadım.
Ki zaten de üstüme
alınmadım. Bende bir şey yoktu ötebilecek, biliyordum. Şapşal şapşal etrafa
baktım ve hangi Allah’ın cezası delirttiyse kapıyı, onu hemen yere yatırıp,
üstünü aramalarını diledim içimden.
Etrafıma ne kadar baktım
bilmiyorum ama etrafa bakarken, ben defolup gideyim de artık kendisi geçebilsin
diye sabırsızlıkla bekleyen ve ömrü hayatımda havaalanında gördüğüm o en
yakışıklı adama gözüm yeniden takıldı. Gülümsedim. Gerçi o gülümsediğimi
görmedi zira hala göğüslerime bakıyordu ama ben üstümdeki çekinliği atmıştım
bir şekilde, gerisi nasılsa gelirdi. Salak salak bakmaya devam ettiğim sırada çevreden
gelen yoğun ısrarın bana yöneldiğini bir süre sonra algılayabildim.
“Hanfendi tekrar geçer misiniz”
“Hanfendi size diyoruz”
Sahiden de bana dedikleri
için kapıya “Bozuksun kabul et”
bakışı atarak ve yakışıklı adama da yeniden gülümseyerek geri döndüm ve bir
daha geçtim. Geçmemle beraber kapı yırtık a.ın feryadı gibi yine bağırdı.
İçimden kapıya “Başını ye be” dediğim
halde güvenlik görevlilerine dönerek “Mümkün
değil, bende bişey yok ki” dedim en masum gülümseyişimi suratıma
yerleştirip.
Kadın güvenlik görevlisi
başıyla, yanına yaklaşmamı işaret etti. Ben kadına yaklaşırken, yakışıklı da
kapıdan geçti. Kapı ona gıkını bile çıkarmadı. O, eşyalarını almak için X-ray
cihazına yönelirken, ben de kadın güvenlik görevlisine yaklaştım.
Kendimden emin bir şekilde
kollarımı kaldırdım. Kadın el detektörü ile beni aramaya başladı. Kadın beni
ararken ben adamı, adam da göğüslerimi kesmeye devam ediyorduk. Bir türlü göz
teması sağlayamadığımız kesişmemiz benim yine ötmeye başlamamla kesildi.
Göğüs kısmımdan ötüyordum.
Kadın “Ne bu” işareti yaptı
kafasıyla…
Ben biliyordum elbette öten
zıkkımın ne olduğunu ama adam tam kadının arkasında durduğu için söylememe imkân
yoktu. Sırnaşmaya çalıştığım adamın baktığı tek yerim olan göğüslerimin ötüyor
olmalarının sebebinin push-up sutyenim olduğunu asla itiraf edemezdim. Belki
adam biraz uzaklaşsa söylerdim ama o anda mümkün değildi. Bakılan göğüslerin
metal destekli süngerden ibaret olduklarını itiraf edemezdim o anda.
Tamam, ben itiraf
edemiyordum ama kadın da aklı başında bir açıklama bekliyordu. Kahrolası adam
da kuvvetle muhtemel beni beklediği için gitmiyordu.
Bir süre hep beraber
bekledikten sonra kararımı verdim:
“Omzumdaki platin ötüyor” dedim.
Bu kadar basitti işte!
Yırtmıştım. Bulmuş olduğum dâhiyane fikrin verdiği coşkuyla da devam ettim,“Kalp pilim de ötüyor olabilir emin değilim
aslında” diye!
Göğüslerimin sahte olmasındansa
omzunda platin, kalbinde de pil olan bir kadın olmayı seçtim kısacası. Bu
seçimi yapmamın yanlışlığını ise adamın bana ben sanki yaralı bir sokak
köpeğiymişim gibi acıyarak baktığını fark edince anladım.
Kalp pili detayı kesinlikle
gereksizdi ama başlayınca duramamıştım. Aslında keşke dursaymışım. Yani eğer
bunlarla ilgili bir raporum olup, olmadığını soracaklarını bilseydim zaten
dururdum ama daha önce hiç başıma gelmediği için bilmiyordum. Nitekim kadın “Raporlarınız yanınızda mı” dediği
zaman da aşırı şaşırdım doğal olarak. “Yok”
dedim… “Benimle gelir misiniz” dedi.
“Cehennemin dibine mi” demek istedim
ama şuurumu biraz toparlayabildiğim için susmayı ve kadını takip etmeyi tercih
ettim. Ben kadını takip ederken de yakışıklı yürüyüp, gitti. Daha yolun bu
kadar başındayken beni yalnız bırakmasına biraz içerlediysem de üstünde çok
durmadım.
Neyse, kadınla yalnız
kaldığımız zaman aslında ötenin sutyenim olduğunu ve herkesin içinde bunu
itiraf edemeyeceğim için yalan söylediğimi açıkladım. Önce pek inanmadı bana
ama onlara az önce tanıttığım kadın kadar geri zekâlı ve kendi başını durup,
dururken belaya sokmaya bu kadar elverişli bir kadının herhangi bir terör
eyleminde bulunamayacağına kanaat getirdiği için de gitmeme izin verdi.
Uçakta adamla birbirimizden
çok uzak koltuklarda oturduk. O yüzden de konuşamadık. Yoksa onun beni
beklemeden gitmesi dışında bir terslik yaşamamıştık aslında…
Neyse…
Kısmet!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder