1 Şubat 2010 Pazartesi

ISSIZ ADAM SONBAHAR'DA NEWYORK'A GİTTİ

Karakterim gereği ‘’eleştiri’’yi sevmeyen bir insanım. Şimdi, Milliyet Akdeniz’deki köşemden, http://pynarozel.blogspot.com adresinden ya da Facebook’taki ‘’pınar özel’in not defteri’’ adlı sayfadan hemen yazı arşivlerime dönüp, uçana kaçana sataştığım yazıları bulup, beni yalanlamak isteyenler olabilir. Eleştiriyi sevmiyorum derkenki kastım eleştirilmeyi sevmiyorumdur öncelikle bunu belirtmekte fayda var. Eleştirmeye bayılıyorum. Şimdiki cümlede de ‘’şaka yaptığımı’’ söyleyeceğimi sananlar olabilir. Hayır, oldukça ciddiyim… Yine de şaka bir yana diye devam etmekte fayda olduğuna inanarak devam ediyorum ki bu hafta eleştirilecek sağlam bir konu buldum.Aslında bunca zamandır niye hiçbir sinema eleştirmenin değinmediğine şaşırdığım bir konu bu. Geçen yıl ISSIZ ADAM furyasi yaşadık hep beraber. İyi filmdi. Çağan Irmak, pazarlama konusundaki başarısını yine kullanmıştı. Hedefi onikiden vuracak bir seçim yapmıştı. Görüntü yönetmeni(Gökhan Tiryaki) de son derece başarılıydı. Son derece akıllıca bir kararla müzik seçimini doğru yapmıştı ve hepimiz müziklerin etkisiyle aslında son derece klişe bir konuyu büyülenmiş gibi izlemiştik. Hatta Türk erkeklerinin büyük bir kısmı bizim filme olan sevgimizi yanlış değerlendirip, birer ıssız adama dönüşmeye karar vermişlerdi. Hala da etkisinden kurtulamamış vatandaşımızın sayısı da oldukça fazla Neyse, konu bu değil. Geçen akşam tesadüf eseri elime Newyork’ta Sonbahar geçti. Bilirsiniz çoğunuz bu filmi. 2000 yapımı, Richard Gere ve Winona Ryder’ın başrollerini paylaştıkları duygusal, romantik, salya sümük sağlayıcı bir filmdir. Güzeldir. Battaniye altında izlenebilir. Bu kez izlerken kendi kendime ‘’yok artık’’ dedim durdum. Niye mi? Issız Adam da aşk filmi NY’ta Sonbahar da. Zaten bunda bir şey yok ama devamında gelen benzerlikler ‘’ama aşk olsun Çağan Irmak’’ dedirtecek türden.
Restaurant sahibi, çapkın bir adam var.İki filmi yanyana koyunca iki adam elde ediyorsunuz. Bu iki adamın da restaurantları önemli bir gurme, gazete vsr. tarafından ‘’iyi eleştiriliyorlar. İki adamda da sadakat ve bağlanma sorunu var. İki adam da popüler. İki adam da masum bir kıza abayı yakıyorlar. Kızların da ortak noktaları gani. Biri şapka tasarımcısı diğeri kostüm. İki ilişkide de önce bir başlangıç, sonra bir kararsızlık, sonra aşk, sonra ayrılık var. Mesela yaşlı bir kadın kullanılmış iki filmde de. Biri büyükanne, diğeri anne.
Evet, filmler temel olarak baktığınızda farklı bitiyorlar. Genel sonuç ayrılık olsa da birinde ölüm var diğerinde klişe bir ayrılık. Kalem kalem yazabilirim de en az 8-9 tane benzerlik. Hatta sahnelere çok aleni bir şekilde yerleştirilmiş olanları da var ama gerek yok. Aslında bu kadar başarı sağlamış bir filmi bunca zaman sonra eleştirmek saçma belki ama ‘’NY’ta Sonbahar’’ı izleyip, bizim toplumumuza mal olmuş bir filmin ilham kaynağı olduğunu fark edince yazmak istedim. Yoksa elbette ki Çağan Irmak’ın yönetmenliğini, Babam ve Oğlum’un oyuncu seçiminde gösterdiği başarısını farkındayım. Sadece bu kadar geniş imkanlara sahip bir Çağan Irmak daha özgün olmalıydı diye düşündüm. Senaryolarını kendisi yazıyor Çağan Irmak ama belli ki bir etkilenme durumu yaşanmış. Belki de senaryo konusunda yardım almak kötü bir şey değildir. Daha iyi ve özgün işler çıkar ortaya. Her tarafı aşk dolu olan, duygusal anlamda zincirlere sığmayacak aşklara sahne bir ülkede yaşayıp da NY’ta Sonbahar’dan etkilenmek de başlı başına ilginç zaten.
Neyse, davası olmaz artık…Yine de izledik, hala sebep olduğu toplumsal krizin sonuçlarını yaşıyoruz, hoştu yani. Müzik sektörüne de bir hareket sağladı ayrıca…Herkesin ellerine sağlık ama bu kadar da alıntı yapılmaz ki ya!!!

Hiç yorum yok: